benim annemin ışığı vardı. girdiği her yere havasını da beraber getirirdi. şapkası, kaşkolu, her zamanki broşu veya kendi yaptığı bir küçük çiçeği yakasına koyarak farkını yaratan bir kadındı…
Barış Çakmakçı
kısa bir aradan sonra ‘filinta’ gibi bir ikonanneyle dönüyorum. uzun süredir fotoğrafların cepte beklediği güzel gözlü bir annemiz var bu kez.
sadece kendi güzel gözlü değil tabii. başarılı işlere imza atan kızı da aynı güzel gözlere sahip. haliyle insan düşünmeden edemiyor: “bu ikili aynı ofiste bir araya gelince, elbette sıkı işlere imza atılır.”
sevgili füsun abla,
seninle hiç tanışma fırsatımız olmadı. lakin bugün bu yazıyı yazmak üzere bazı notları ve sen aramızdan ayrıldıktan sonra hakkında söylenenleri okudukça tanışmış olabilmeyi inan ki çok çok daha fazla istedim.
bugüne dek bize kazandırdıklarının sadece aylin ve selin’den ibaret olmadığının farkındaydım elbette, ama gazetelerde, dergilerde, anma törenlerinde ve hastane defterindeki sevgi ve övgü dolu sözlere göz gezdirince çok daha iyi anladım.
geçenlerde sevdiğim bir arkadaşımdan bir mesaj geldi, facebook üzerinden. genç yaşına rağmen hem türkiye’de hem itaya’da sıkı başarılara imza atan yiğit, bana yengesi seçkin’den ve onun annesinden bahsediyordu.
hiç vakit kaybetmeden irtibatları kurduk, görselleri aldık. akabinde resimaltı metinleri de ulaştı. bu arada belirtmem lazım, benim çabamın ötesinde ‘ikonanne’lerin artık gelip beni bulması da ayrı bir mutluluk tabii.
geçen gün bir email aldım. bir süredir sadece çeşitli organizasyonlarda rastlaştığım, yoğun tempo nedeniyle yüz yüze görüşme fırsatı yaratamadığım, eski çalışma arkadaşımlarımdan biri olan naz’dan geliyordu.
email’inin konusu ise elbette “ikonannem”di.
ismiyle müsemma, mösyö şokola hayattaki tutkularına sıkı sıkıya yapışan ve onları gerçekleştirmek için ne gerekiyorsa bu uğurda emek sarf eden değerli ve çok eski bir arkadaşım. hafızam beni yamultmuyorsa, bir 10 seneyi devirmişiz.
muasır medeniyet çeşitlilikleriyle güzel. bunu söylememin nedeni, elbette bu blogu hazırlarken kendime koyduğum hedef… öncelikle kendim okumaktan keyif aldığım içerikleri paylaşmak istiyorum.
ayrıca farklı şehirler, farklı kimlikler, yaşanmış/unutulmuş hikayeler, görsel arşiv niteliğinde fotoğraflar ve sadece bir ‘moda blogu’na indirgememek gereken okumaların bir arada olması gerektiğine inanıyorum.
nihayet çok uzun zamandır beklediğim bir anne daha yerini aldı. bizi hep güldürürken düşündüren(!) dostum erman’ın annesi sezer teyze’yle devam ediyorum.
site trafiği ya da takipçi artırmak gibi kaygılarım olmadığı aşikar. lakin melike’nin köşesinde yazdığı yazıdan sonra, daha fazla insanın blog’da dolandığını görmek de elbette hoşuma gitti. nihayetinde sadece ‘bildik’ hikayeleri anlatıyorum.
belki takip ediyorsundur, melike sözünü esirgemeyen sıkı bir kalem. benim de aynı yayın grubunda çalışırken tanıştığım, sonrasında arkadaşlığımın devam ettiği sevdiğim bir gazeteci arkadaşım.
annesi gülay teyze’yle hiç tanışıklığım olmamıştı. hatta açıkça itiraf edeyim, melike’nin facebook’taki paylaşımları olmasa burada yazmayı da hiç akıl etmemiştim. tesadüf şu ki, ben o fotoğrafları görüp de melike’ye “anneni ikonanne yapsak mı acaba?” diye sormaya fırsat kalmadan, teklif bizzat blog’umu gören melike’den geldi.