geçenlerde sevdiğim bir arkadaşımdan bir mesaj geldi, facebook üzerinden. genç yaşına rağmen hem türkiye’de hem itaya’da sıkı başarılara imza atan yiğit, bana yengesi seçkin’den ve onun annesinden bahsediyordu.
hiç vakit kaybetmeden irtibatları kurduk, görselleri aldık. akabinde resimaltı metinleri de ulaştı. bu arada belirtmem lazım, benim çabamın ötesinde ‘ikonanne’lerin artık gelip beni bulması da ayrı bir mutluluk tabii.
daha önce de noktasına virgülüne çok müdahale etmediğim yazılar oldu. okudun, biliyorsun. fakat bu kez başka bir şey vardı yazıda. belki bilerek belki farkında olmadan duygu yüklü bir mektup gelmişti. ben de aynen bırakmak istedim bu metni.
ismi özeldi annemin; ‘aşk mektubu’ demekmiş. ilginç değil mi?
yıl 1932, yer malatya. doğumdan sonra dedesi kucağına alıp önce kulağına ezan okuyor ve ardından üç kez “senin adın nemika” diyor. bu hikayeyi çocukluğumdan beri cok severim. ne tatlı anlatırdı annem. gözleri ışıldar, dudağı gururdan kıvrılırdı zevkle.
ailenin üçüncü çocuğu, ikinci kızı olarak dünyaya gelmiş. sonbahar bebeği. annesi güzelliğiyle dillere destan alımlı bir kadın, babası ise bir ağanın şehirde yaşayan ileri görüşlü oğlu; eskilerin deyimiyle dağ gibi bir adam. beyaz tenli, ela gözlü yakışıklı bir adam ve ticaretle uğraşıyor. istanbul’dan mal getirip satıyor; kumaşlar, ipekler, şallar, aksesuarlar… mutlu, huzurlu, sakin ve refah bir hayatları var.
annem nemika, sonradan aileye eklenen kız kardeşi ve ablası ile, ailenin bir dediği iki edilmeyen kızlarından biri.
her zaman gülümseyen yüzüyle annem kız meslek lisesini, yani enstitüyü bitiriyor. aile modern görüşlü. okumanın değerinin farkında ve bu genç cumhuriyetin eğitimle hızla yol alacağının bilincinde.
annemin okul yıllarından bir kare. sene 1948.
enstitüde nakış, dikiş, moda, yemek yapımı ve sunumu, sofra ve tanzimi, çamaşır ve ev işleri gibi dersler veriliyor.
eğitmenlerin çoğu istanbul ve ankara’dan tayinle geliyor.
eğitmenlerin arasında dikiş dersine giren rum asıllı matmazel nikalorus da var.
annem gençlik zamanlarında uygun ve özenli giyinmeyi seviyor. okuldan öğrendiklerini ilk kendi üzerinde, sonra kardeşlerinin üzerinde uyguluyor. aslında giyim tarzıyla zamanın ötesinde bir anlayışı var. çevreye örnek teşkil ediyor. ismet inönü’nün önerisiyle chp’den politikaya atılan ve 26 yaşında o zamanlar türkiye’sinin en genç belediye başkanı seçilen ağabeyi nurettin akyurt da kardeşlerinin eğitimleri ve yaşamları ile malatyalı genç kızlara rol modeli olmasından hoşnut.
annem modayı genç kızlığından beri takip etmekle kalmayıp, hiçbir şeyi moda olduğu için giymiş bir kadın değildi. hayatının her döneminde moda olan şeyleri kendisine yakıştırarak giyerdi. malum o yıllarda hazır giyim yok. bu nedenle dikişler çok daha özenli. genç kızlığı yıllarında hem şehrin terzilerine diktirir hem de okulda hocalarıyla beraber dikerlermiş.
istanbul’dan babalarına sipariş ettikleri kumaşlar gelince üç kız kardeş, sonradan aralarına katılan ağabeylerinin eşiyle dört genç hanım kumaşları seçer, uygun modeller çizer, kalıplar çıkarırmış. büyük bir çaba sonucunda ortaya el emeği göz nuru kıyafetler çıkarmış. sonra bu kıyafetlere uygun aksesuarlara sıra gelirmiş. şapka devriminden sonra çok popüler bir aksesuar olan çeşitli modellerdeki şapkalardan en uygunu seçilirmiş. kıyafetleri elbette eldivenler tamamlıyor. sıra ayakkabılara geldiğinde belediye başkanı olan ağabeyleri devreye girermiş. şehrin en zengin ayakkabı çeşidini bulunduran kundaracıdan kutu kutu ayakkabılar getirtilip kızların önüne serilir, onlar da büyük bir keyifle en uygun ayakkabıları seçermiş. masallardaki gibi değil mi?
annem, babamla nişanlanmadan önce ikisi de bir başkasıyla sözlüymüş. ama birbirlerini tanıyınca hayat onlara birlikte bir kader çizmiş.
yukarıdaki fotoğraf annemin nişanından. kızkardeşleri, yengesi ve kuzenleriyle… babam böylesine zarif bir aileden gönlünün sultanını aldığı için çok mutlu.
derken babam kore savaşı’na katılıyor ve kavuşmaları biraz zaman alıyor.
24 Eylül 1954. nikah fotoğrafları. o dönemin adeti üzerine nikah, düğünden birkaç gün önce kıyılıyor. annemin nikah döpiyesi ve dantelli şapkası onun çizimi doğrultusunda dikiliyor. eldivenlerini, sivri burunlu ayakkabılarını, kolundaki zarif çantasını büyük bir özenle kendisi seçiyor.
26 Eylül 1954, pazar günü düğünleri yapılıyor. gelinliği enstitü’de hocaları tarafından özel dikiliyor. elindeki çiçeği ve duvağı matmazel nikalorus’un emeği. bu hazırlıklarda o dönemin meşhur terzilerinden menşure hanım’ın da emeği olduğunu sanıyorum.
12 Mart 1955. annem (önde solda) ve babam evlenip babamın tayiniyle istanbul’a gidiyorlar. yukarıdaki bu fotoğraf ağabeyi, yengesi, yeğeni ve kızkardeşi istanbul’a onları ziyarete geldiklerinde çekilmiş.
annem ve babamın istanbul’daki evlerinin bahçesinden bir haftasonu keyfi.
1955, istanbul. annem ve babam teyzemle birlikte.
zaman zaman bize genç kızlık anılarını anlatırdı annem. “biz komşularımızı müslüman ya da gayrimüslim diye ayırmazdık” derdi. ismini maalesef hatırlıyamadığım ermeni bir komşuları ve annemlere yaşıt çocukları varmış. paskalya zamanı yumurtaları boyayıp annemlere de getirirlermiş. özel bir çörek pişirip yerlermiş hep beraber. “onlar bizim bayramlarımızı, biz de onların bayramlarını kutlardık. beraber pikniğe giderdik. kızların gelin hamamlarını beraber yapardık. meyve sepetleri ve içecekler hazırlanır hamama gidilirdi” derdi. hamamda bir yandan yer içer bir yandan çalar söylerlermiş. bu ermeni komşularıyla zaman içinde teması kaybetmişler. annem “kimi amerika’ya kimi fransa’ya kaçtı” derdi; 6-7 eylül 1955’te azınlıklara karşı yapılan hareketleri hep üzüntüyle hatırladı.
1958, istanbul. annem ve geleceğin sefiriolan ağabeyim. annemin üzerindeki elbisenin tasarımı ve dikimi kendisine ait.
annemin bu kadar nezih ve zevkli giyiminde babamın her zaman rolü olduğunu görerek büyüdüm. babam bir subay olarak birçok yurtdışı görevinde bulundu ve her dönüşünde anneme mutlaka o ülkenin en kaliteli kumaşlarından, aksesuarlarından getirirdi. hatta annemin yılan derisi özel yapım ayakkabılarının derisini bile getirdiğini hatırlarım. şöyle bir anı geldi aklıma: babam gene bir yurtdışı görevden dönerken anneme ilk kürkünü getirir. annemin giyinmesine yardımcı olmak için kürkü tutar ve kulağına fısıldar, “cebine baksana”. annem elini cebine sokar. trabzon işi altın bir telkari bileziktir bulduğu. kilit yerinde ise (babamın fikri olarak) ikisinin de baş harflerinin işlendiğini görür; gözleri dolar. aradan yıllar geçti. babam anneme birçok hediyeler verdi. bunlardan biri de gene çizimini babamın yaptığı pırlanta setti. gerdanlığın, küpelerin ve yüzüğün çizimi hep babama aitti, ama eminim ki annemin gönlündeki trabzon telkarisi altın bileziğin yeri hep ayrı oldu.
30 Ağustos 1961. şark görev yılları. annem ve babam ağrı’da cumhuriyet balosu’nda.
annem, babamın görevi nedeniyle yurtdışında da yurtiçinde de çok gezdi. birçok şehirde farklı evleri oldu. özellikle şark hizmetini yaparken, yaşadıkları zor yaşam şartlarını hep anlatırlardı. suyun, elektriğin, yolun olmadığı; geceleri kurtların indiği; gecede sadece iki saat jenaratörle elektrik verildiği lojman denen barakalarda yaşamışlar. ama o günleri bile anlatırken hep güzel yanlarını da özellikle anlatırlardı. subay eşleri civar köyleri dolaşır, kadınları doğum kontrol, çocuk bakımı ve eğitimi konusunda eğitirlermiş. annem arkadaşlarını da bir araya toplar onlara dikiş dikmeyi, patron çıkarmayı, prova yapmayı öğretirmiş. böylece o mahrumiyet bölgesi denen yerlerde bile annem bir fark yaratmış. çocuklarının sadece kazağını, atkısını örmekle kalmamış, paltosunu bile dikmiş. dikmek isteyenlere yardım etmiş.
derken zor günler bitip tayin batıya çıkmış.
1970’li yıllar annem ve babam sülalecek gidilen bir piknikte.
babam annemin zarif zevkini her zaman desteklemişti. napoli’ye görevli gittiğinde anneme aldığı triko takımı hatırlarım. zamanın modası, maksi etek-kısa ceketten oluşan döpiyes ve içine giyilen mini şortu. “bacakların çok düzgün. sana mini yakışıyor” derdi babam. bu kıyafetin içinde bayılırdım anneme. maksi eteğin düğmelerini şort hizasının biraz üzerinde açık bırakırdı.
ankara yıllarında kızılay’daki terzi şahap’ın atölyesinde diktirirdi kıyafetlerini. zamanın iyi hazır giyim mağazalarından abc, vakko ve beymen; trikoda karaca, ayakkabıcı da 101 çeşit ve sonrasında emel, erol; kumaşçı ayhan ve sonraki yıllarda önel; 80’lerde gaziosmanpaşa’daki güler konuk modaevi annemin tercihlerindendi. takılarını candan kuyumcu’daki ismet bey’e özel yaptırırdı.
yıl 1974. dedemin evinde bir bayram yemeğinden sonra çekilen aile fotoğrafımız. bu mutlu kareden ne yazık ki geriye sadece ağabeyim ve ben kaldık.
babam emekli olunca bir aya yakın uzakdoğu’yu gezdiler. onlarca özel objeler ve kıyafetlerle döndüler. ikisi de paylaşmayı severdi. hediyelerle herkesi mutlu ettiler. onların mahallede yürüyüşünü arkadaşlarım “ne kadar birbirlerine yakışıyorlar. mağrur bir yürüyüşleri var” diye anlatırlardı.
bu arada nükhet duru’nun da bizim ailede ayrı bir anısı vardır. anlatayım. henüz gencim. anne ve babamın özel bir günü… kolalı beyaz masa örtüsü üzerinde ince porselen yemek takımları, gümüş servis takımları, kristal bardaklar ve nefis yemekler eşliğinde hoş bir aile yemeği yiyoruz. şerefe yapmak için şarap kadehi kaldırılmak üzereyken fonda nükhet duru’nun parçası derinden geliyor. babamın gözü televizyondaki nükhet duru’ya kayıyor. annemin yüz ifadesi bir anda değişiyor. kadehi babamla tokuşturması gerekirken hiddetle vururcasına masaya indiriyor. kristal kadeh tuzla buz oluyor. bembeyaz masa örtüsü kırmızıya dönüşüyor. ben şimdi ne olucak diye gergin beklerken babam gülmeye başlıyor. annem iyice kızıyor, babamsa kahkahalar atıyor. o günden sonra babam anneme hep takılırdı, ama annem melankoli’yi dinlemekten de hep keyif alırdı.
babam öldüğünde annem daha 55 yaşındaydı. koluna girip büyük gurur ve mutlulukla yürüdüğü adamı kaybetmişti. babamın yokluğunda annemin yaşam kaynağı biz çocukları olduk. annem hiçbir zaman kendi özsaygısını kaybetmedi. yasını bile içinde yaşadı.
gazeteleri okumaya hep ölüm ilanından başlardı. sanırım bu da babamı kaybettikten sonra onda gelişen bir alışkanlıktı.
doğdukları şehir malatya’da 1992 yılında çok sevdiği eşinin adına bir ilköğretim okulu yaptırdı. bu yukarıdaki kare açılıştan. annem zamanın valisi saffet arıkan bedük’ten şiltini alırken çekilmiş. daha sonra cumhurbaşkanı süleyman demirel’in hayırseverler adına verdiği cumhurbaşkanlığı köşkü’ndeki resepsiyonda ben de anneme eşlik etmiştim.
annem, malatya battalgazi’deki hayrettin sönmezay ilköğretim okulu’nun eğitimcileri ile bir arada.
2002. annemin o dönemde köln başkonsolosu olan ağabeyimi makamında ziyareti.
2013. büyükelçi ağabeyimin bu kez taşkent’teki rezidansı’nda bir briç partisi.
2013, taşkent. broadway sanatçılar sokağı.
annemi 2014 yılbaşından birkaç gün sonra kaybettim. 82 yaşında bile yeni trendlerden haberdar, üniversitedeki torunlarının arkadaşlarını ağırlayacak kadar kendini güncel tutmayı bilen, sosyal, siyasete ilgi duyan, entelektüel, yaşam enerjisiyle çevresine örnek bir kadındı.
yaşsız bir kadındı annem. bu yüzden belki de yeni tanıştığı kendisinden küçük insanların bile kendisine ‘teyze’ diye hitap etmesinden hoşlanmazdı. ona çocukları, yeğenleri, arkadaşları hep ‘nemika sultan’ derdi.
başsağlına gelen arkadaşlarını karşılarken hepsinin ne kadar hoş ve uyumlu giyindiği görünce içim burkuldu. abartısız ama düzgün, gideni saygıyla uğurlayacak kadar özenliydiler. içlerinden biri, (zamane deyimiyle annemin kankası) kulağıma şöyle fısıldadı “onun için. o sever diye….”
o sevenlerinin nemika sultan’ı; benim de kıymetlim, annemdi.