sevgili füsun abla,
seninle hiç tanışma fırsatımız olmadı. lakin bugün bu yazıyı yazmak üzere bazı notları ve sen aramızdan ayrıldıktan sonra hakkında söylenenleri okudukça tanışmış olabilmeyi inan ki çok çok daha fazla istedim.
bugüne dek bize kazandırdıklarının sadece aylin ve selin’den ibaret olmadığının farkındaydım elbette, ama gazetelerde, dergilerde, anma törenlerinde ve hastane defterindeki sevgi ve övgü dolu sözlere göz gezdirince çok daha iyi anladım.
amacım edebi bir metin çıkarmak değil. senin ne kadar mücadeleci, kararlı, başarılı ve önder ruhlu olduğunu anlatmaksa hiç haddime düşmez. ne yalan söyleyeyim, bugüne dek yazıya başlarken en zorlandığım ikonannelerden biri oldun. sayfalar dolusu okuduğum metinler ve aylin’in notlarının çizdiği rota eşliğinde elimden geldiğince o defterlerde olduğu gibi ‘sana hitaben’ bir şeyler yazmak istedim.
okuduğum bir yazıda, 1970 yılında mezun olduğun hacettepe üniversitesi tıp fakültesi’nin mezuniyet yıllığında senin için şöyle yazıyor: “etiyolojisi aydınlanmamış diyabet vakalarından biridir. tatlılığının doğuştan mı, yoksa sonradan mı olduğu tıp çevrelerince sık tartışılan bir konudur. annesinden gülerek ve konuşarak doğduğu, içine girdiği toplulukların bu vakanın etkisiyle gülmeye başladıkları bilinir. neşeli olmanın ömrü uzattığına olan inancı yüzünden, ömrünü uzatmak için ancak mutlu bir azınlığın uygulayabildiği bu eski tedavi metodunu kullanır…”
bazı fotoğraflarına bakınca bu mesaj çok daha yerini buluyor.
kronolojine bakıp hayranlık duymamak işten değil. sadece insanlığa katkı sağlayan bir doktor olmakla kalmayıp, sağlık politikalarına yön veren başarılı bir önder de olmuşsun.
71-76 yıllarında abd’de anesteziyoloji uzmanlık eğitimi almış, 77-82 arasında hacettepe üniversitesi tıp fakültesi göz hastalıkları uzmanlık eğitimi ve çalışmasını tamamlamışsın. 86’da ingiltere’den toplum göz sağlığı sertifikanı alıp 87’den 96’ya kadar sağlık bakanlığı’nda uzman ve tedavi hizmetleri genel müdür yardımcılığı yapmışsın. 1996’dan 2006’ya kadar olan dönemde türk tabipleri birliği merkez konseyi başkanlığı görevinde ise önemli başarılara imza atmışsın.
bunlara yazmakla bitmeyecek eylemlerini ve saymakla bitmeyecek iyileşmiş hastalarını da eklemek lazım.
‘aylin’in annesi’ kimliğin için peşine düşeli beri çok zaman aktı geçti. dediğim gibi, aylin’in ankara ve arsuz’a sayısız seyahatleri ve anneannesiyle birlikte derledikleri notlar yol haritamızı çıkardı.
şimdi gelen fotoğraflara bakıyorum da, tüm bu başarılara imza atarken bir de nevi şahsına münhasır detaylarınla bir füsun sayek stili de yaratmışsın.
bu arada itiraf etmem gerek, bu karelerde bana serseri aşıklar‘daki jean seberg’i anımsattığın da bir gerçek.
hakkında yazılan bir diğer yazıda rastladığım şu notta kendi renkli stilini çok iyi özetlemişsin:
füsun sayek, neden pembe çerçeveli gözlük kullandığını, “türkiye’ye ve geleceğine umutla bakmak için..” sözleriyle açıklamıştı.
aylin’le yüz yüze yaptığım görüşmede senin için “hep ciddi görevleri vardı ama tarzı hiç değişmedi” dedi ve ekledi:
aksesuarları çok fazla ve renkliydi. süslemeyi seven biriydi. broş ve çiçek hep görebilirdin yakasında. çiçekleri tutturmak için kullanırdı broşlarını. kullanmadığı zamanlarda da broşları perdelerin üstüne asardı.
bu karedeki bej süet trençkotu kızılay’daki arıkol’dan almış. gençken çoğunlukla anneannem müberra dikermiş kıyafetlerini. sümerbank’tan kumaş alır, burda dergisine bakarak patron çıkarırmış serap teyzemle annem için. “tak diye otururdu kızlarıma” diyor anneannem.
bu karede anneannem ve ali dedem annemleri amerika’ya yolcu ediyorlar. beyaz tayyör içindeki annem ablama hamileymiş.
ankara kızılay’daki vakko’dan çok alışveriş yapardı. hatırlıyorum, her haftasonu giderdik. dost kitabevi’nin yanındaki park bravo’ya bakardık. muayenehanesi üstünde olduğu için tüzün mağazasına da mutlaka bakardı.
kuaförune düşkündü. ankara’da tunalı’da red&white ve bekir’e giderdi hep. saçlarını hiç uzun hatırlamıyorum. alnındaki çıkıntısını kamufle etmek için hep kahkul kestirirdi. akıllı insanların çıkıntısı olur 🙂
ve elbette gelinliğin… kısa saçın gelinliğe en çok yakıştığı fotoğraflardan birine sahipsin sanıyorum.
annemin bir sürü desenli eşarbı vardı. gittiğimde hep yürütüyorum. benim de koleksiyonerlik takıntım ondan geçmiş. her gittiği yerden mutlaka bir şeyler alırdı. gözlüklerinin bile koleksiyonu vardı. yakın gözlükleri rengarenkti ve onlara zincirler takardı.
sağlık hizmetlerinden dolayı güneydoğu’ya sık sık gider ve süper renkli kumaşlar alıp saklardı. “bir gün bir şeyler dikilsin” derdi. anneannemin dikiş nosyonundan gelen bir alışkanlık sanırım. o da çünkü dışarıdan hiçbir şey almazdı.
70’lerde giydiği bazı kıyafetler bende. mesela halen giydiklerim arasında siyah yuvarlak güneş gözlüğü, yeşil süet etek-ceket takımı, artık mayo üstüne giydiğim rengarenk çiçekli gömlek ve altın pullu, beyaz deri bir clutch var mesela. en sevdiğim parça o. üniversite zamanlarımda da ona ait şeyleri giymişliğim vardı.
hiçbir zaman giyme demedi. hep destekledi beni ve “giy kızım” derdi. mesela mezuniyet balom için de annemle seçmiştik kıyafetimi. severdi güzel gözükmeyi.
annemin çok güzel yüzükleri vardı. eskiden tabii daha çok takı takarmış. ama doktorlar işleri gereği çok yüzük takmadığı için o da bıraktı.
bu fotoğraf amerika’dayken çekilmiş. o dönemde giyinip süslenip mektupla yollarmış böyle fotoğrafları. kürkleri nereden kimden bulduğu belli değil. ama arkasına “biraz fazla artist gibi. kusura bakmayın” yazacak kadar da mutevazı.
okyanusta kum tanesi, ama şu an her neredeysen benim yazım da umarım sana ulaşır. fani dünya hepimiz için. ne mutlu sana ki geride kalanlara sağlıkla dolu, ölümsüz anılar bırakmışsın.
nur içinde yat.
bu arada tam vakti gelmişken bir dipnot: füsun ablayı anmak amacıyla iskenderun’un arsuz yöresinde her yıl düzenlenen füsun sayek sağlık ve kültür etkinlikleri’nin sekizincisi, bu yıl 1-31 ağustos tarihleri arasında arsuz iskender sayek evi’nde gerçekleşecek. detaylar için tıkla.