ortaokuldayken yazamadığın kompozisyonların olmuşsa beni daha iyi anlarsın. o ‘ilk cümle’yi bulmaya bakar bu yazma işi… neyse ki, bir süredir gelemeyen o ilham bu sabah yerini bulup oturdu.
hatırlarsın muhtemelen, bir süre önce müjde’nin annesi nedret‘i yazmıştım. müjde’yle bir arkadaşım sayesinde irtibat kurmuş, blog’da yazmıştım. neşe’yle tanışıklığım da tam böyle başladı.
birkaç facebook mesajı ve email’ler derken, vakti geldi. açıkça söyleyeyim, nereden başlayacağımı bilemediğim bir anne vardı yine karşımda. o yüzden en güzeli fotoğrafların akışına bırakmak olacak yine.
neşe’nin email’i şöyle başlıyordu:
selam barış, annem övsen güngör argeşo. şu an rahmetli üvey babamın soyadını taşıyor. kendisi tam bir cumhuriyet kadını. estetiyen. paris’te eğitim görmüş.
o zaman filmi başa sarıp, benim en çok ilgimi çeken, 50’li yıllara doğru yola çıkalım derim.
ilk intiba önemlidir derler. benim de karşıma 1954 yılında cumhuriyet bayramı’nda çekilen bu fotoğraf ilk çıktığında ne yazacağımı bilemedim. övsen teyze’nin henüz genç yaşındayken çizdiği bu güçlü kadın figürü, onu tanımadan hayran olmaya yetti de arttı bile.
neşe’nin babası selçuk bey de sanırım bu güçlü figürün elektriğine kapılmış olacak ki, hemen ertesi sene, 1955’te gönlünü kaptırıp evlenme teklif etmiş övsen teyze’ye.
bu arada neşe babasının 1955’te ilk siyah-beyaz ve renkli fotoğrafları evinde karanlık oda kurup basan kişi olduğunun bilgisini ekliyor.
ne yalan söyleyeyim, bu da açıkçası övsen teyze’nin fotolarıyla ilgili işimizi biraz daha kolaylaştırmış. neşe’nin de bu fotoları dijital ortama aktarmasını es geçmeyeyim.
neşe’nin açıklamasıyla devam ediyorum:
fotoğraflar 1955’te başlıyor. 1966’ya kadar babam ve annem evde verdikleri caz ve ça-ça partileriyle meşhurlarmış 🙂 bu partiler, yeşil konak partileri diye bilinirmiş. babam mızıkayla caz parçaları çalarmış.
ve tabii çokça seyahat ederlermiş.
neden bilmiyorum 1958’de çekilen bu kare bana çok zamansız bir anıyı hatırlatıyor. belki benim de çocukluğum bu feribotlarda geçtiği içindir.
aynı yıllarda notre dame de paris kilisesi. anthony quinn ve gina lollobrigida’nın unutulmaz filmi notre dame’in kamburu‘nun 1956 yapımı olduğunu varsayarsak, o yıllarda en çok ilgi çeken yapılardan biri olsa gerek.
yine bir başka seyahat anısı.
neşe, annesinin de babasının da giyimine çok düşkün olduğunu eklemiş:
eve düzenli olarak terzi gelirmiş. beyrut’tan gelen kumaşlardan kıyafetler diktirirlermiş. daimi terzisi nurten boytüzün.
yıldırım mayruk ve suat aysan da ismi geçenler arasında. diğer kıyafetleri ise genelde babam anneme yurt dışından seçermiş.
arada elbette annelik de var.
ama hep çok bakımlı. tıpkı film yıldızları gibi bir anne…
bu fotoğraftaki neşe’nin ablası fügen leman. ülkemizin yetiştirdiği önemli kadın çağdaş ressamlardan biri. belçika’da laiklik üzerine açtığı sergilerilyle ses getiren bir sanatçı.
kendisiyle ilgili bir video buldum. izlemeni tavsiye ederim. tıkla.
bu ufaklık ise neşe’nin ta kendisi. övsen teyze’nin şıklığı kadar neşe’ninki de dikkat çekici değil mi? 🙂
ve tabii sosyal yaşam. övsen teyze’nin hayat dolu, eğlenceli kareleri de bence en başta bahsettiğim güçlü imajın vazgeçilmez bir parçası.
ne demiştim, zaman ve koşullar akıp geçse de o hep çok şık, çok bakımlı ve çok zarif gözükmüyor mu?
neşe ekliyor:
annem yıllar sonra bebek’te ilk güzellik salonu övsen sağlık merkezi’ni kurdu.
bu gazete haberi de o dönemdeki başarısını yansıtır cinsten. ardından nişantaşı’nda açılan bir muayenehane.
ve benim favori fotoğrafım. övsen teyze, türkiye kadınlar partisi’nin kurucularından. bu fotoğraf da toplantılardan birinde çekilmiş. yıl 1973.
mesela bu fotoğrafını ben çekiyor olmayı çok isterdim. ne kadar içten gülmüş.
bugüne yaklaşalım.
neşe annesinin tam bir akrep kadını olduğunun altını çizmiş:
devamlı kendine bir meşguliyet bulan, okuyan, ders veren, halen evinde davetler veren çok tatlı bir kadın 🙂 şu an doğa resimleri yapıyor ve büyük kulüp de briç oynuyor. ve gönüllü öğretmenlik yapıp çağdaş yaşam’da öğrencilerle ilgileniyor.
en başta dediğime geri dönecek olursan, ne dediğimi daha iyi anlayacaksın. övsen teyze’nin kürsüde şiir okuyan o kızdan bugün bile hiç farkı yok değil mi?